A’RAF’TA
KALMAK
A’raf;
‘Cennetle-cehennem arasında bulunan set veya duvar’ anlamına
gelmekle beraber, ‘İki şey arasında kalan kısım’ olarak da
tarif edilir. Bu yazımızda, ‘A’raf’da Kalmak’ yani ‘iki
şıkkın, tarafın arasında kalmak’ tabirinden yola çıkarak
okuyan kesimin A’raf’da kalışına dair birkaç kelam edeceğim.
Bilgi;
‘Bir iş, konu, olay ve herhangi bir şey konusunda bilinen,
malûmat’ anlamına gelir. İnsanoğlu, binlerce yıldır yaşadığı
hayat, bulunduğu mekân ve karşılaştığı her şey hakkında az
çok bilgi sahibi olmuştur. Bu bilgiyi kendisinde bilge ‘İyi,
geniş ve derin bilgi sahibi, hakîmi’ bir tavırla irdelemiş ve
oluşturduğu bu bilgece (hakîmane) tavrı hayatın her alanına,
yaşadığı sosyal ortama ve diğer bütün beşerî ilişkilerine
yansıtmıştır. Ve yansıttığı alanlarla alakalı kendisinde
durum değerlendirmesi yaptığında ortaya has bir bilgelik ‘Bilge
olma hâli, bilgeye has davranış’ın çıktığını gözlemleme
fırsatı bulmuştur. Ve Allah’ın, her şeyin en iyisini bilen
olarak diyebiliriz ki, yeryüzü içinde yaratılmışların en
şereflisi olarak nitelendirilen insana en uygun davranış ve
hareket modelinin bu bilgece tavır olduğunu söyleyebiliriz.
İnsan
bu yaa. Kendisinde bulunan ve yaratılıştan getirdiği, içinde
beslediği bütün olumsuzlukları, yukarıda zikrettiğimiz yaşadığı
hayata, bulunduğu mekân ve karşılaştığı her şeyle alakalı
bir o kadar da bilgicilik ‘safsata, sofizm’ akımına dâhil
olmuştur. Bilgiç ‘Bilgili olduğu iddiasındaki kimse, âlimlik
satan, bilginlik taslayan’ bir tavrı da elinden hiç bırakmadan
bilgiçlik ‘Bilgili olduğunu iddia etme, bilmediği halde bilir
görünme’ halini de üzerinde bir vasıf olarak taşımış ve
yüzyıllardır insanlık, bizim camiamız ve ümmet bundan çok
fazlaca zarar görmüştür. Alınan görevler aksamış, işin ehli
olmayan şahıslar olmaması gereken mercii ve makamlarda olmuş ve
buralarda iyi işler gerçekleştirebilecek şahıslar engellenmiş
ve bunların ortaya koyduğu enfes fikir ve düşünceler dikkate
alınmamış olmakla beraber, bu şahıslar bilgiçlik tavrının
kurbanı olmuştur. Bu tip durumların gerçekleştiğini bizler
birçok mekân ve zamanda gözlemleme fırsatı bulmuşuzdur.
Buraya
kadar tanımlamalarını yapmaya çalıştığımız bilgelik ve
bilgiçlik tavrı arasında kalmış okuyan kesmin A’raf’da
kalışını ve ortada duran, arada kalan, ne bir adım öteye giden
ne de bir adım geriye adım atıp durduğu yeri netleştirmeyen
kesime dair birkaç not aktaralım.
Mustafa İslamoğlu şöyle bir
ifade kullanıyordu. ‘Eğer nereye gittiğinizi bilmiyorsanız,
durun ve bulunduğunuz yeri tespit edin’ diyordu. Bu durum tespiti
bizi birçok muhal durumdan kurtarmaya yeter. Nereye, hangi yöne,
niçin ve neden gittiğini-yol aldığını bilmeyen bir şahsın
durumu, durup ta durduğu yeri belirleyen ve hiçbir hareket
gerçekleştirmeyen şahıstan daha kötüdür. Durum tespiti
yaptıktan sonra, evet, tam da burada başlıyor işimiz,
görevlerimiz, sorumluluklarımız ve gideceğimiz yönün
belirlenmesi. Ve İsmet Özel’in deyimiyle; ‘İnsanoğlu
yeryüzündeki uyanışına yaratılmış olduğunu fark edince
varır. Ama işi burada bitmez, burada başlar!’ diyerek
insanoğlunun yönsüzlük problemini bir an önce ortadan
kaldırmasına işaret etmektedir. Gelelim okuyan camianın yönsüzlük
problemine lafı fazla uzatmadan.
Okuyan
kesim şöyle bir tavrın içinde bocalamaktadır. Gördüğü,
duyduğu, etkilendiği her kitaba uzanmaya çalışmaktadır. Ve
yönsüzlüğün bir ifadesi olarak, bir o yana bir bu yana
sürüklenerek gönül ve fikir dünyasını oluşturamamaktadır.
Okuyan şahıs, o hafta kimi okuyorsa o hafta onun gibi düşünmekte
diğer hafta okuduğu neyse bu seferde o şahsın ve kitabın
etkisinde kalıp, o şahıs veya o kitaptakiler gibi düşünmektedir.
Bu da şahsın ne kendisi gibi düşünen biri olmasına ne de
okuduğu metinlere sadık kalarak onlar gibi düşünmesine müsaade
etmemektedir. Bununla beraber insanımız her gün çok farklı
çalışmanın kitapçı raflarına, sanal ortamdaki satış
sitelerine ve görsel medyanın sayfalarına düşen, iki kapak
arasına sıkıştırılmış, herkese ve her kesime hitap etmeyen
metinlerle yüz yüze kalmaktadır. Ve etkileşim burada
başlamaktadır. Bu durumun ortadan kaldırılması ve okuyucunun bu
metinlerden hangisini temin etmesi, okuması, zaman ve para harcaması
gerektiğini net olarak seçmesi gerekir.
Şöyle
bir örnek verecek olursak, büyük şehirlerde var olan devasa
büyüklükteki çöplükleri bilirsiniz. Zaman zaman görsel medyada
karşılaştığımız haberlerde oradan bir şeyler toplayıp
geçimini sağlayan insanları hepimiz görmüşüzdür. Buraya gelen
insanların kimisi karton ve kâğıt parçalarını, kimisi teneke
ve türevlerini toplarken, kimisi de aç midesine bir şeyler
bulabilmek için gelmiştir. Ve durum şudur ki, herkes kendi
ihtiyacı olan ve yöneldiği alanı dolduracak şeyleri
toplamaktadır. Bu örneklemeyle beraber şu tespiti çok rahat
yapabiliriz. Kitap piyasası da tam bir çöplüktür. İşe yarar
şeyler olmakla beraber neden ve niçin çıktığı belli olmayan,
insanların aradıkları ve kafalarındaki birkaç soruyu daha da
fazlalaştırmak ve kapitalist dünyanın kapitali olarak ortaya
çıkıp bir sömürü aracı olarak kullanılmaktadır. İşte bu
nedenledir ki, bizler de bu piyasa içerisinde yayımlanmış
metinlere yaklaşımımızda bize hitap eden, reklamasyonu bol olup
ta içerik olarak sıfır olan kitaplardan uzak durmalıyız. Elimize
aldığımızda zamanımızı, paramızı israf etmeyen sağlam
çalışmaları tercih etmeliyiz. Çok okuyan bir toplum olmadığımızı
söylemeye hacet duymuyorum. Bu yönüyle bile olaya bakacak olursak,
en azından aldığımız metinlerin bizi bir adım öteye, bir
sorumuza cevap olmaya, sorularımızı azaltan, gönül ve fikir
dünyamıza yeni karanlıklar ekleyen değil de, bir ışık ve esin
kaynağı olmasına dikkat etmemiz gerekir. Böyle bir durumla
yıllardır direkt veya dolaylı olarak maruz kalmış okuyan kesimin
bir de şuna dikkat etmesi gerekir. Bu yayımlanmış metinleri
okuyan veya okuyanlardan içerik ve bilgisini dinleyen şahısların,
olaylara ve kendi durumlarıyla alakalı yeri tespit etmeleri
gerekir. Ben bakıyorum da, hem okumayan, hem az okuyan ve sağlam
metinlerle alakası pek olmayan şahısların ne kadar da fazla
söyleyecek sözü var. Bu başlı başına bir problem. Diğer bir
problem ise, ilim ehliyle aynı metinleri okuyup ta bu işe ehil
olmayan ama ilim ehli gibi konuşan, söz söyleyen, ahkâm kesen,
değerlendirme ve tespitte bulunan güruhta hiç de az değil.
Dostlar!
Duralım ve soralım kendimize. Biz kimiz ve neyiz? İlim ehli
miyiz? Yoksa kültürlü bir insan mı veya ilim ehline tâbi olan
mı?
Âcizane
kanaatim şudur ki, işin ilmini, usulünü bilen, olaylara vakıf
bir kesim var. O da ilim ehli. Bunu net olarak kabul etmemiz gerekir.
Peki, onlar gibi işin ilmini, usulünü bilmeyen kesimin ise ilim
ehline tâbi olmayı bilmesi gerekmektedir. İlim ehli olmak, bir
vasıf işidir. Buna zekâ, feraset, ince anlayış gibi birçok
durumun bir insanda bir arada olması gibi şartları içinde
barındırır. Duralım ve düşünelim. Herkeste bu mevcut mu?
Maalesef, hayır. Allah herkesi farklı kabiliyet ve özelliklerde
yaratmıştır. Peki, gözlemlediğimiz bu fütursuzca tavır nedir?
Birçoğunun ‘bence de böyledir’ ifadesini nasıl kabul
edeceğiz. Bu cüret nereden kaynaklanmaktadır? İnanın tahammülü
gittikçe zorlaşan bir durum haline gelen bu durumdan, Allah bizi
kurtarsın. Bununla beraber, ehil olabilecekler işin ilmini, usulünü
öğrenip bir adım öteye, olamayacaklar ise bir adım geriye
atmaları gerekmektedir. Ve tâbi olmanın bereketini her daim
göreceklerdir. Tabii ki, bir şeyler okunmasın, yazılamasın falan
da demiyorum. Her Müslüman bulunduğu çağı gözlemleyen,
yaşadığı ortamı sürekli irdeleyen kültürlü bir insan olması
gerekir. Okuduğuyla amel eden, ilmiyle âmil olan her şahsa bu
cemiyetin ve İslam toplumunun ihtiyacı vardır. İyi bir kul, âbid
bir Müslüman, az da olsa okuyup çokça eylemi olan şahıslar
bizim için her daim önemlidir.
Rabbim,
bizleri az da olsa sürekli hareket ve eylem içinde olan
Müslüman’lardan eylesin.
Dostum!
Neyi Kaybettiğini Hatırla!
Ve
Bul.
ARAF
YanıtlaSilAraf,
Yönsüzlük…
Ne yana yönelsem enseme vurulan tokatların yorgunluğu,
Diz kapaklarımda hareketsizliğin durgunluğu,
Ve hiçbir yere ait olamayışın
Yüzüme düşen solgunluğu eşliğinde
Bekliyorum…
İç ışığımın yolumu aydınlatmasını
Ve gönül göğümde doğacak güneşi
Ayıklamadan inanmamam gereken onca şeyi,
Baş tacı etmişken,
Yaşadığım hayal kırıklığı ile
Etrafa saçılan cam kırıklarına basmadan,
Yol almak,
İmkansız!!