ÜÇ
SORU
Bir
zamanlar bir kralın aklına şöyle bir düşünce geldi: "Eğer
bir işe ne zaman başlayacağımı; kimi dinleyeceğimi ve yapmam
gereken en önemli şeyin ne olduğunu bilseydim, girdiğim her işi
başarırdım."
Aklına böyle bir fikir düşünce, krallığın dört bir yanına, kim kendisine her iş için en uygun vakti, bu iş için en gerekli kişinin kim olduğunu ve yapılması gereken en önemli şeyin ne olduğunu öğretirse ona büyük bir mükâfat vereceğini ilan etti.
Bilgeler kralın huzurunda toplandı, fakat sorulara verdikleri cevaplar birbirinden tamamen farklı çıktı. Bütün cevaplar birbirinden farklı çıkınca, kral bunların hiçbirisini kabul etmeyip hiç kimseye de ödül vermedi. Ama hâlâ doğru cevapları aradığı için, bilgeliğiyle ünlü bir münzeviye danışmaya karar verdi.
Aklına böyle bir fikir düşünce, krallığın dört bir yanına, kim kendisine her iş için en uygun vakti, bu iş için en gerekli kişinin kim olduğunu ve yapılması gereken en önemli şeyin ne olduğunu öğretirse ona büyük bir mükâfat vereceğini ilan etti.
Bilgeler kralın huzurunda toplandı, fakat sorulara verdikleri cevaplar birbirinden tamamen farklı çıktı. Bütün cevaplar birbirinden farklı çıkınca, kral bunların hiçbirisini kabul etmeyip hiç kimseye de ödül vermedi. Ama hâlâ doğru cevapları aradığı için, bilgeliğiyle ünlü bir münzeviye danışmaya karar verdi.
…
Münzevi, hiç ayrılmadığı bir ağaç kovuğunda yaşar, yanına sade halktan başkasını kabul etmezdi. Bu yüzden kral üstüne sade elbiseler giyerek kendisini halktan biri gibi göstermeye çalıştı ve yola düştü.
Münzevinin kovuğuna yaklaştıklarında atından indi ve muhafızını da geride bırakıp yola devam etti. Kral yaklaşırken münzevi kovuğunun önüne çiçek tarhları kazıyordu. Kralı gördü, selamlayıp kazmaya devam etti. Münzevi mecalsiz ve zayıf birisiydi; küreğini toprağa her sokuşunda bir parçacık toprak çıkarıyor, soluk soluğa kalıyordu.
…
Münzevi, hiç ayrılmadığı bir ağaç kovuğunda yaşar, yanına sade halktan başkasını kabul etmezdi. Bu yüzden kral üstüne sade elbiseler giyerek kendisini halktan biri gibi göstermeye çalıştı ve yola düştü.
Münzevinin kovuğuna yaklaştıklarında atından indi ve muhafızını da geride bırakıp yola devam etti. Kral yaklaşırken münzevi kovuğunun önüne çiçek tarhları kazıyordu. Kralı gördü, selamlayıp kazmaya devam etti. Münzevi mecalsiz ve zayıf birisiydi; küreğini toprağa her sokuşunda bir parçacık toprak çıkarıyor, soluk soluğa kalıyordu.
…
Kral
iki tarh kazdıktan sonra durup sorularını tekrarladı. Münzevi
yine cevap vermedi.
…
"Ey
bilge kişi, senin yanına sorularıma bir cevap bulmak için geldim.
Eğer cevap vermeyeceksen, söyle de evime gideyim".
Münzevi, "Buraya koşarak birisi geliyor" dedi, "bakalım kim?" Kral arkasına döndüğünde bir adamın koşarak kendilerine doğru geldiğini gördü. Adamın karnına bastırdığı ellerinin altından kan sızıyordu. Kralın yanına ulaşınca, kendinden geçercesine inledi, sonra da bayılıp yere düştü. Kral ve münzevi, hemen adamın üstündeki elbiseleri çıkardılar. Karnında büyük bir yara vardı. Kral yarayı elinden geldiğince yıkadı, mendiliyle ve münzevinin havlusuyla sardı. En sonunda kan durdu, adam kendisine gelince içecek bir şey istedi.
Kral dereden taze su getirip ona verdi. Bu arada akşam olmuş hava soğumuştu. Kral, münzevinin de yardımıyla yaralı adamı kovuğa taşıyarak yatağa yatırdı. Yatağa uzanan adam gözlerini kapatıp derin bir uykuya daldı.
Münzevi, "Buraya koşarak birisi geliyor" dedi, "bakalım kim?" Kral arkasına döndüğünde bir adamın koşarak kendilerine doğru geldiğini gördü. Adamın karnına bastırdığı ellerinin altından kan sızıyordu. Kralın yanına ulaşınca, kendinden geçercesine inledi, sonra da bayılıp yere düştü. Kral ve münzevi, hemen adamın üstündeki elbiseleri çıkardılar. Karnında büyük bir yara vardı. Kral yarayı elinden geldiğince yıkadı, mendiliyle ve münzevinin havlusuyla sardı. En sonunda kan durdu, adam kendisine gelince içecek bir şey istedi.
Kral dereden taze su getirip ona verdi. Bu arada akşam olmuş hava soğumuştu. Kral, münzevinin de yardımıyla yaralı adamı kovuğa taşıyarak yatağa yatırdı. Yatağa uzanan adam gözlerini kapatıp derin bir uykuya daldı.
…
Kralın uyandığını ve kendisine baktığını gören adam; "Beni affedin" dedi, zayıf bir sesle. Kral, "Sizi tanımıyorum, üstelik affedilecek bir şey yapmadınız ki" dedi. "Siz beni tanımıyorsunuz, ama ben sizi tanıyorum" dedi adam."Ben, kardeşimi astırdığınız ve mallarını elinden aldığınız için sizden öç almaya yemin etmiş bir düşmanınızım. Tek başınıza münzeviyi görmeye gittiğinizi öğrendim ve dönerken yolda sizi öldürmeye karar verdim. Ama akşam olduğu halde dönmediniz. Ben de sizi arayıp bulmak için pusuya yattığım yerden çıkınca muhafızlarınıza rastladım, beni tanıyıp yaraladılar. Onlardan kaçtım, fakat yaramdan çok kan akıyordu. Yaramı sarmasaydınız kan kaybından ölürdüm. Ben sizi öldürmek istedim, siz ise hayatımı kurtardınız. Eğer yaşarsam şimdiden sonra en sadık köleniz olup size hizmet edeceğim ve oğullarıma da aynı şeyi emredeceğim. Affedin beni.
Kralın uyandığını ve kendisine baktığını gören adam; "Beni affedin" dedi, zayıf bir sesle. Kral, "Sizi tanımıyorum, üstelik affedilecek bir şey yapmadınız ki" dedi. "Siz beni tanımıyorsunuz, ama ben sizi tanıyorum" dedi adam."Ben, kardeşimi astırdığınız ve mallarını elinden aldığınız için sizden öç almaya yemin etmiş bir düşmanınızım. Tek başınıza münzeviyi görmeye gittiğinizi öğrendim ve dönerken yolda sizi öldürmeye karar verdim. Ama akşam olduğu halde dönmediniz. Ben de sizi arayıp bulmak için pusuya yattığım yerden çıkınca muhafızlarınıza rastladım, beni tanıyıp yaraladılar. Onlardan kaçtım, fakat yaramdan çok kan akıyordu. Yaramı sarmasaydınız kan kaybından ölürdüm. Ben sizi öldürmek istedim, siz ise hayatımı kurtardınız. Eğer yaşarsam şimdiden sonra en sadık köleniz olup size hizmet edeceğim ve oğullarıma da aynı şeyi emredeceğim. Affedin beni.
…
Münzevi
dışarıda, bir gün önce kazmış oldukları tarhlara çiçek
tohumlarını ekiyordu. Kral ona yaklaştı ve şöyle dedi:
"Sorularıma cevap vermeniz için size son defa yalvarıyorum!"
Yorgun dizlerinin üstünde çömelmeye devam eden münzevi,
gözlerini kaldırıp krala baktı ve "Cevabınızı aldınız"
dedi. "Nasıl aldım? Ne demek istiyorsunuz?" diye sordu
kral. "Anlayamıyorsunuz" diye cevapladı münzevi. "Dün
eğer benim dermansızlığıma acımayıp şu tarhları
kazmasaydınız, gidecek ve şu adamın saldırısına uğrayacaktınız
ve yanımda kalmadığınıza pişman olacaktınız. Yani en önemli
vakit, tarhları kazdığınız vakitti; en önemli kişi bendim ve
en önemli işiniz bana iyilik yapmaktı. Daha sonra bu adam yanımıza
koşarak geldiğinde, en önemli vakit onunla ilgilendiğiniz
vakitti, çünkü eğer onun yaralarını sarmasaydınız, sizinle
barışmadan ölecekti. Dolayısıyla en önemli kişi oydu, en
önemli iş de onun için yaptıklarınızdı."
"Bundan sonra şu gerçeği unutmayın: Tek önemli vakit vardır, içinde bulunduğunuz an. O an en önemli vakittir, çünkü sadece o zaman elimizden bir şey gelebilir. En önemli kişi, kiminle beraberseniz odur, zira hiç kimse bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşmeyeceğini bilemez ve en önemli iş iyilik yapmaktır, çünkü insanın bu dünyaya gönderilmesinin tek sebebi budur."
"Bundan sonra şu gerçeği unutmayın: Tek önemli vakit vardır, içinde bulunduğunuz an. O an en önemli vakittir, çünkü sadece o zaman elimizden bir şey gelebilir. En önemli kişi, kiminle beraberseniz odur, zira hiç kimse bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşmeyeceğini bilemez ve en önemli iş iyilik yapmaktır, çünkü insanın bu dünyaya gönderilmesinin tek sebebi budur."
LEV
NİKOLAYEVİÇ TOLSTOY, seksen iki yıllık yaşantısına birçok
şey sıkıştırmış bir dehadır. Erken yaşlarında Rousseau
okumuş, gençliğinde ise doğu dilleriyle ve hukukla ilgilenmiştir.
Parlak zekâsı ve yalın düşüncesi onu özgür olmaya itince,
hukuk fakültesini terk etmiştir. Kendi çağının insanını,
toplumunu çok iyi bir gözleme tabi tutmuştur. Birçok seyahat
gerçekleştirmiş ve tabiatı, insanları, Batı’yı ve diğer
sosyal yapıları inceleme fırsatı bulmuştur. Asil bir aileden
yetişmesine rağmen, aristokrat sınıfının amaçsız, anlamsız
ve debdebeli yaşantısına karşı ateş püskürmüştür. Ve
çağının kilisesi, kendisini düşüncelerinden dolayı aforoz
etmiştir. Aynı zamanda kendisini anlamayarak ona karşı farklı
bir aforoz tarzı da eşinden gelmiştir. Bu duruma dayanamayan
TOLSTOY, yağışlı, karanlık ve soğuk bir gecede köyünü terk
etmiştir. Yolda hastalanmış ve 7 Kasım 1910’da küçük bir
tren istasyonunda hayata veda etmiştir.
Lise
yıllarımda tanıştığım Tolstoy, bana, İnsan Ne İle Yaşar? ,
Ateşi Kıvılcımken Söndürmeli, Kroyçer Sonat, Ölüm
Manifestosu’yla birçok farklı bakış açısı kazandırmıştır.
Yukarıda biraz kırparak size sunmaya çalıştığım hikâye,
Tolstoy’un, dört hikâyeden oluşan İnsan Ne İle Yaşar? adlı
kitabındandır. ‘Üç Soru’ başlığı taşıyan ve önemli üç
soruya cevap arayan Tolstoy, bize de sorular sormayı ve sorulara
cevap aranması gerektiği gibi bir düşünce kapısı
aralamaktadır. Soruları olmayan ve olsa da anlamı ve insanlar
tarafından anlamlandırılması da bir anlam ifade etmeyen bir
toplumla yüz yüzeyken nasıl değerli olmaz bu üç soru… “Eğer
bir işe ne zaman başlayacağımı; kimi dinleyeceğimi ve yapmam
gereken en önemli şeyin ne olduğunu bilseydim…”
Yol
rehberi, Allah’ın son elçisi Muhammed (as), insanların iki şeyde
yanıldıklarını söyler. Bunlardan birincisi vakit, diğeri ise
sıhhattir. Resuldür bunu söyleyen. Söylediğini Rabbisinin izni
dışında konuşmayan yeryüzünün eminidir. Vakit yanımızdan
akıp giden bir nehire benzer. Acaba bir sandala binip zamana
müdahalemi etmeliyiz yoksa yanımızdan akıp gitmesine izin mi
vermeliyiz. Müdahale etmek cesaret ve yürek ister. Çünkü
dalgalarla ve akıp gidenin içerisindeki risklerle boğuşmak
zorundasın. Fakat sakin bir kıyıya vardığın zaman, arkana dönüp
baktığında, iyi ki de mücadele etmişim diyebilesin, aksi
takdirde elimizde bir hiçle nasıl çıkarız yeryüzünün
sahibine.
H-i-ç
kelimesi sadece üç harften oluşmasına ve görünürdeki
cılızlığına rağmen bana göre çok ağır bir kelimedir. Nasıl
ki, akşama kadar sıcak – soğuk demeden alın terleten bir
amelenin, akşam mesai bitiminde aldığı yevmiyesiyle evine doğru
adımlarken bir vesileyle parasını düşürmesi veya çalınmasının
ardından düştüğü ruh halini bir düşünün. Çalış çabala
ve elinde günün sonunda elde avuçta kalan sadece bir h-i-ç… Sen
Rabbin verdiği bütün bu nimetleri olabildiğince kullan ve O’nun
istediği bir hayat yaşamadan, iyilikten bahsetmeden, kötülükten
sakındırmadan, bir yetimin elinden tutmadan, bir yaşlıya tebessüm
etmeden ve affetmen gereken birini affetmeden gidiyorsun O’nun
karşısına.
Hayata
müdahale hakkı veren Allah, hayatın kalitesini belirleme hakkını
insanoğluna vermiştir. İnsan ne yaparsa onunla karşılaşacaktır.
Şu bir kuraldır ki, Allah’ın değişmez kurallarından oluşan
kitabında iyiliğin karşılığı her zaman mükâfat ve kötülüğün
karşılığı her zaman cezadır. Yeryüzünün fesada uğrayan
kurallarında ise iyilik ve kötülüğün zamana ve mekâna göre
değişen standartları vardır. Birçok zaman kötülük yapan
kişiler veya kurumlar insanların nezdinde iyilikle adlandırılırken,
iyiliğin adı ise farklı isimlerle adlandırılmaktadır.
Müdahale
et bu hayata…
Boş
geçirme vaktini…
Yaşadığımız
hayat üç perdelik oyunun ikinci perdesidir. Yeryüzü hayatına
gelmeden önce geçen zaman, şu an yaşadığız hayat ve her şeyin
hesabının verileceği sonsuz ve sürekli olan hayat… Bizler
ikinci perdede eyleşmeye devam ediyoruz. Ama unutmayalım ki, bir
vakit gelince bizimle eyleşen seyirciler ışıkların yavaş yavaş
veya aniden kapandığını görecekler. Perdeler inecek, onu da
görecekler. Ve ağır ağır seninle gülen, eğlenen bütün
seyirciler seni terk edip gidecekler. Birinci perdenin kapanıp
ikinci perdenin açıldığı, ikinci perdenin kapanıp üçüncü
perdenin açıldığı aralıkta yaptıkların, söylediklerin,
yazdıkların, arkana bıraktıklarınla hayırlı bir iz
bırakmalısın…
Senin
ayak izin olmalı bu…
Tamamen
SEN...
Hep
dua edilen olmalısın. Hayır dualar edilen.
Perdenin
kapandığını görenler, aslında seninle beraber -üç veya beş
tane bile olsalar- gözlerini ve yüreklerini hakikate açmalılar.
Ve sen perdenin arkasından gidenlere tebessümle bakabilmelisin
vesselam…
Yorumlar
Yorum Gönder